Türker Ertürk kendisini böyle savundu
Emekli Amiral Türker Ertürk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. Türker Ertürk savunmasında,“14 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin hukuk ve adalet üzerindeki ağır baskısı ve vesayeti olmasaydı, ben bugün burada huzurunuzda olmazdım” dedi.
Duruşma 31 Mayıs 2016 tarihine ertelendi.
Türker Ertürk, 31 Mayıs 2014’te yaptığı bir konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle açılan davada savunma yaptı.
Savunmasında, “Hakaret, hakaret gibi olmalı. Mesela ‘Biz bu milletin anasını sinkaf ederiz’demek; dünyanın neresine giderseniz gidiniz, hangi yönetim biçimiyle idare ediliyor olursanız olunuz dört dörtlük bir hakarettir” diyen Ertürk şöyle devam etti:
“Bugün yargılanıyor olmama neden olan süreç, 31 Mayıs 2014 tarihinde Tekirdağ’da ‘Sessiz Çığlık’ eyleminde yaptığım konuşmayla başladı. ‘Sessiz Çığlık’; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kurulan kumpasa karşı, gayri hukuki bir biçimde zindanlara atılan askerlere sahip çıkmak ve toplumsal farkındalık sağlayabilmek için, her hafta cumartesi günleri saat 13.00’de ülke genelinde yapılan eylemlerdi.
Tekirdağ’da yaptığım bu konuşmada; o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ı uygulamaları nedeniyle eleştirdim ve kendisini ‘Faşist ve Diktatör’ olarak niteledim.
Aynı gün, Gezi Olaylarının da yıldönümüydü. İstanbul’dan Tekirdağ’a giderken gördüğüm manzara tam anlamıyla antidemokratikti ve ‘polis devleti’ görüntüsü içindeydi. Her noktada polisler ve ellerinde uzun namlulu silahlar vardı. Vapur, metro ve tramvay seferleri iptal edilmiş, şehirde adeta sıkıyönetim ilan edilmiş gibiydi. Her taraf polis kaynıyordu! Bu görünüm, demokratik ülkelerde rastlanabilecek bir manzara değildi!”
İşte o savunmanın tam metni:
Bugün bu mahkemede bulunuş nedenim; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiası. Halbuki, bu doğru değil. Bahse konu yazım; 31 Mayıs 2014’e ait konuşmamın haberidir ve o tarihte Sn. Tayyip Erdoğan Başbakan’dı. Ayrıca; hakkımdaki iddianameyi anlamakta gerçekten müşkülat çektim.
Savunmama başlarken öncelikle şunu söylemek istiyorum; 14 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin hukuk ve adalet üzerindeki ağır baskısı ve vesayeti olmasaydı, ben bugün burada huzurunuzda olmazdım.
Özellikle son 10 yıldır yaşadıklarım nedeniyle ülkemizde genel olarak hukuka ve adalete güvenim kalmadı. Genel durum böyle olmasına rağmen; ülkemizde hukuktan ve adaletten bahsedebileceğimiz vahalar da yok değil! Umarım bugün derdimi böyle bir vahada anlatıyorumdur.
Yargının üzerinde ağır vesayet olduğuna dair kanıtlar, örnekler ve yaygın kitle kanaatleri çok.Türk Halkındaki algı bu! Bakın Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç; “Yargı gücüyle farklı düşünen insanların korkutulduğu ve susturulduğu bir dönem” diyor yaşadığımız günler için. Devam ediyor; “İfade özgürlüğü ile hakaret suçu arasında olması gereken ayrımın yapılmadığını” söylüyor ve yargının üzerinde “vesayet” var diyor.
Sözcü Gazetesi’nden Saygı Öztürk; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirenler cezaevine atılıyor, kamuda çalışanların ise görevine son veriliyor” değerlendirmesini yaptı. Kanaatimce abartı içermeyen, doğru bir değerlendirme.
18 Ekim 2015 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Ahmet Hakan; “Hukuk yok, adalet yok, mahkeme yok, kriter yok” diyor. Gerçekten de yok! Bu ülkede insanlar ne yazık ki, suçsuz yere kumpas nedeniyle 5-6 yıl hapis yattı. Kahramanlar, yurtseverler, görevini yapanlar sanık, teröristler ise tanık oldu. Davaların savcıları ve hakimleri de şimdi yurt dışına kaçtı.
Sn. Tayyip Erdoğan ekranlara çıkıyor; “Ben diktatör olsam, bunları bana söyleyemezsiniz”diyor. Sanırım, diktatörlüğün Hitler ve Mussolini örneklerini düşünerek böyle söylüyor. Ama bilinmeli ki; zamanla birlikte her şey evrime uğrar. Bugünün otoriter yönetimini, 19. Yüzyıl örneği ile aynen kıyaslayamazsınız. Çağın gereklerini ve girdilerini yok sayamazsınız. Nasıl bugünün demokrasi anlayışı ile 19. Yüzyılın demokrasi anlayışı aynı değilse.
Evet, ben Sn. Tayyip Erdoğan gibi değil, farklı düşünüyorum. Farklı düşündüğümü açıklamak gibi bir özgürlüğüm yok mu? Bu özgürlüğüm Anayasa ile güvence altında değil mi? Sn. Erdoğan’ın yaptıklarını, yapmadıklarını ve yapamadıklarını değerlendirerek Anayasamızı ihlal ettiğini, ülkemizi felakete doğru sürüklediğini, suç işlediğini söylemek, yazmak ve anlatmak suç mudur?
Hakaret, hakaret gibi olmalı. Mesela “Biz bu milletin anasını sinkaf ederiz” demek; dünyanın neresine giderseniz gidiniz, hangi yönetim biçimiyle idare ediliyor olursanız olunuz dört dörtlük bir hakarettir.
Sn. Erdoğan geçtiğimiz günlerde Ana Muhalefet Partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na söylediği “Cahil, çirkef, ahlaksız, çirkin, namus ve şeref fukarası, pişkin, serseri mayın”sözlerinin hakaret olup olmadığını takdirlerinize bırakıyorum.
Ama çağdaş hukuk için bir yöneticiyi, başbakanı ve hatta cumhurbaşkanını tasarrufları nedeniyle eleştirmek, çok sert bile olsa asla suç değildir.
Ayrıca benim bir başbakana, bir cumhurbaşkanına değil, sıradan bir kimseye bile hakaret etmem terbiyem nedeniyle asla mümkün değil. Geçmişim, aldığım eğitim ve öğretim, mesleğim ve sicilim bunu gerçeklemektedir.
Bugün yargılanıyor olmama neden olan süreç, 31 Mayıs 2014 tarihinde Tekirdağ’da “Sessiz Çığlık” eyleminde yaptığım konuşmayla başladı.
“Sessiz Çığlık”; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kurulan kumpasa karşı, gayri hukuki bir biçimde zindanlara atılan askerlere sahip çıkmak ve toplumsal farkındalık sağlayabilmek için, her hafta cumartesi günleri saat 13.00’de ülke genelinde yapılan eylemlerdi.
Tekirdağ’da yaptığım bu konuşmada; o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ı uygulamaları nedeniyle eleştirdim ve kendisini “Faşist ve Diktatör” olarak niteledim.
Aynı gün, Gezi Olaylarının da yıldönümüydü. İstanbul’dan Tekirdağ’a giderken gördüğüm manzara tam anlamıyla antidemokratikti ve “polis devleti” görüntüsü içindeydi. Her noktada polisler ve ellerinde uzun namlulu silahlar vardı. Vapur, metro ve tramvay seferleri iptal edilmiş,
şehirde adeta sıkıyönetim ilan edilmiş gibiydi. Her taraf polis kaynıyordu! Bu görünüm, demokratik ülkelerde rastlanabilecek bir manzara değildi!
Başbakan Erdoğan herhangi birisi değildi, o siyasetçiydi! Eleştirilere açık ve dayanıklı olmalıydı. Konuşmam sırasında kullandığım “Faşist ve Diktatör” ifadeleri bir siyasetçi ve gazeteci olarak yaptığım değerlendirmelerimdi.
Başbakan Erdoğan için niçin “faşist ve diktatör” değerlendirmesi yaptığımı Tekirdağ 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde sunduğum savunmamda ayrıntıları ile belirttim.
Anılan mahkeme yapılan yargılanmam sonunda; 30 Nisan 2015 tarihli gerekçeli kararı ile“Faşist ve Diktatör” sözlerimden dolayı değil, konuşmam sırasında “…bizim atalarımız böyle bir şerefsizlik yapmadı, kendisinin atasını bilmiyoruz ama bizim atalarımız böyle bir şerefsizlik yapmadı” sözlerim nedeniyle 11 ay 20 gün hapis cezası verdi ve erteledi. Halbuki; irticalen konuşma yaparken söylediğim bu sözler “Türkler Ermeni soykırımı yaptı” diyenleri kastetmişti. Sonucu temyiz ettik, dosya şu anda Yargıtay’da.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiğimi söyleyen savcılık iddianamesi; 4 Mart 2015 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yazdığım “Faşist ve Diktatör” başlıklı yazım ve içeriği ile ilgilidir. Bu yazıyı Tekirdağ 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandığım davayı okurlarıma anlatmak için yazmıştım. Yazım, İstanbul Anadolu Adliyesi 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde talimatlı olarak ifademi vereceğim gün yayınlandı.
Bu köşe yazımla ilgili olarak Savcı iddianamesinde; “Cumhuriyet Savcıları teröristlerle işbirliği yapan, anayasal suç işleyen, etnik ve mezhepsel kışkırtıcılık yaparak toplumsal barışımızı bozan Erdoğan hakkında soruşturma açmalı, benim değil” sözlerimin ve “Faşist ve Diktatör” başlığımın suç olduğunu ifade ediyor.
Bu köşe yazımda belirttiğim görüşlerim daha önce Tekirdağ’da yaptığım konuşmamın tekrarından, açılan dava hakkında okurlarımın bilgilendirilmesinden ve gündemin değerlendirmesinden ibarettir. Bu benim anayasal hakkım olan ifade özgürlüğüm ve okurlarıma karşı sorumluluğumdu. Ben siyasetçiyim ve gazeteciyim. Eleştirdiğim Sn. TayyipErdoğan da siyasetçi olarak bu eleştirilere katlanmak zorunda. O, sıradan bir yurttaş değil.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay kararlarında, siyasetçilerin diğer bireylerden farklı olarak çok sert eleştirilere bile katlanmak zorunda olduğunu söylemektedir.
AİHM, 08.07.1986, 9815/82 Lingens – Avusturya Kararında; “Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel şahıstan farklı olarak; her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Ve bu nedenle, daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır” diyor.
AİHM 13.11.2003, 39394/98 Scharsch – Avusturya Kararında ise; “Nazi terimini kullanmak, bu terime yapıştırılan özel damga nedeniyle, otomatik olarak hakaret suçundan mahkum edilmeyi haklı kılmadığını düşünmektedir. Bir kişinin siyasi faaliyetlerinin ahlaki yönden değerlendirilmesinde uygulanan standartlar ile ceza kanununa göre bir suçun varlığının kanıtlanması için gerekli standartlar farklıdır” diyor.
Çağımızda “hak ve özgürlükler” kavramına ilişkin üst hukuk normlarını artık iktidarlar değil,AİHM içtihatları belirliyor. AİHM kararları, iç hukuk açısından da ülkemizi bağlamaktadır.
Yargıtay Başkanı İsmail Cirit 11 Kasım 2015 tarihinde Ankara’da düzenlenen ifade özgürlüğü seminerinde; “AİHM kararlarına göre, kamuya mal olmuş kişiler ve siyasetçilerin, eleştiriye daha fazla katlanması gerekir. Yargıtay Başkanlığı olarak, AİHM tarafından ortaya konulan uluslararası kabul görmüş insan hakları standartlarına uyum konusuna büyük önem vermekteyiz” demiştir.
Gerek konuşmamda, gerekse köşe yazımda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kesinlikle hakaret etmedim, düşünce ve ifade özgürlüğümü kullanarak kendisini eleştirdim. Çünkü; o günkü ortamda, kumpas nedeniyle silah arkadaşlarımın hapiste olmasına karşı gösterdiğim feryat ve isyandı bu!
Şimdi müsaadenizle, iddianamede bana yapılan haksız suçlamaları tek tek yanıtlamak istiyorum:
Sn. Erdoğan teröristlerle işbirliği yaptı derken; onun Meclis’ten yetki almadan PKK ve onun lideri ile yaptığı görüşmeleri ve pazarlığı, ayrıca Mart 2011’de Suriye’de başlatılan vekalet savaşında, Suriye’deki teröristlere yapılan yardım ve desteği kastediyorum.
Sn. Erdoğan; “PKK ile görüşüyorsunuz suçlamalarına” başta “Terör örgütüyle görüşen namussuzdur, ispat etmeyen şerefsizdir” dedi. Daha sonra kendisine direkt bağlı MİT Müsteşarı Hakan Fidan; “Öcalan ve PKK ile görüşmek üzere beni Başbakan görevlendirdi”dedi. Arkasından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; “Öcalan ve PKK” ile görüşmemiz yeni bir şey değil ki” açıklamasını yaptı.
Ayrıca; Sn. Erdoğan’ın direktifi ile bebek katili, 30 bin insanımızın katledilmesinden sorumluPKK terör örgütü ile Oslo’da pazarlık masasına oturuldu. Bunun için Meclis’ten yetki alınmadı. Bu masada ABD ve İngiltere de vardı. PKK ile mücadele eden, duruma sessiz kalmayan asker, polis ve valilerin görevden alınması bile PKK ile pazarlık edildi. Nasıl pazarlık edildiğinin tapeleri basına sızdı, artık bunlar sır değil.
PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Mustafa Karasu; “Türk Hükümeti ile ilk görüşme 2008’de başladı, görüşmelerde Norveç Devleti de vardı, onların bilgisi dahilinde yapıldı” diyor. AmaSn. Erdoğan; yaptıklarının doğru olmadığını ve suç olduğunu bildiği için sanırım, inkar ediyor ve görüşüyorsunuz diyenleri suçluyordu o tarihlerde. Açıkça görülmüştür ki; terörist bir örgüt olan PKK ile görüşülmüş ve masaya oturularak pazarlık yapılmıştır. Zaten ben de bunları söylüyordum.
Ben teröristlerle işbirliği yaptı derken bunları kastettim. Arkasında gerçekler olmayan bir karalama yapmadım ve iftira etmedim. Bir siyasetçi ve gazeteci olmanın yanında, aynı zamanda bir yurttaş olarak şikayet etmek ve suç duyurusunda bulunmak hakkım. Tabii ki; nihai kararı mahkemeler verir.
Teröristlerle işbirliği derken, yalnız PKK da değil demek istediğim. Mart 2011’de başlayanSuriye savaşında, Esad yıkılsın diye teröristlere, İslam ülkelerinden gelen Cihatçılara, El Nusramilitanlarına, Özgür Suriye Ordusu denen isyancılara, hatta bir dönem IŞİD’e bile yardım edildi. Suriyeli teröristlere lojistik destek, Türkiye’de barınma ve sağlık gibi üs imkanları sağlandı, silah ve cephane gönderildi. Ayrıca; Türkiye’de teröristlere eğitim verildi. Nisan 2012’de Suriye’ye gittim ve bunları yerinde gördüm.
2010-2014 yılları arasında, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği görevini deruhte eden Francis Ricciardone; “Türkiye Suriye’de El Nusra gibi radikal örgütlere yardım etti” diyor. El Nusra’nın gerek ABD, gerekse Türkiye’de terör örgütleri listesinde olmasına rağmen.
Bugün ülkemizde, sadece Suriye’den gelen 3 milyona yakın mülteci var. CIA, bunların yaklaşık 35 bininin terörist olduğunu söylüyor. Bu ülkemiz için çok büyük bir güvenlik sorunu değil mi? Buna, Sn. Erdoğan’ın devletin geleneklerini terk eden, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini yok sayan, İslam dünyasında lider olma hayaliye gerçekleştirdiği yalan yanlış dış politikaları neden olmadı mı?
Yaşadığımız Ankara canlı bomba felaketi, bunun sonucu! Bunların olacağını, Suriye’de istikrarın bozulmasının, yangın yeri haline gelmesinin Türkiye’de karşılığı olacağını ve yangının ülkemizi de saracağını yazdım ve TV ekranlarında anlattım. Suriye’nin bölünmesinin ve parçalanmasının, Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması anlamına geleceğini de yazdım ve anlattım.
Bu söylediklerim, dünya basınında da yazıyor. Alman Başbakanı Merkel, ABD Başkan Yardımcısı Biden açık açık “Türkiye, Suriye’de teröristlere yardım etti” dedi. Hatta; Amerikanve Avrupa basınında, Erdoğan’ın yargılanması gerektiği çok yaygın yazılıyor ve konuşuluyor.
Çok uzağa gitmeye lüzum yok. Bakın, Hürriyet Gazetesi’nden Mehmet Y. Yılmaz; “Bu sizin eseriniz Ahmet Bey. Türkiye’de son üç canlı bomba eylemini yapanların nerede ve nasıl yetiştirildiklerini biliyoruz. Sizin Emniyetiniz ve sizin MİT’iniz göz yumdu ve valiliklere emir verildi. Siz Esad’ı devireceksiniz diye dünyanın her yerinden gelmiş cihatçıların gelip geçmesine izin verdiniz” diyor. Gerçekte bu politikanın esas sorumlusu, zamanın Başbakanı Erdoğan’dı.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Yabancı Bir Devlet Aleyhine Asker Toplama” başlıklı 306. Maddesi;
“1.Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilir.
2. Fiil sonunda savaş meydana gelirse faile müebbet hapis verilir.” diyor.
Yasa, toplam 6 madde. Ben burada, ilk iki maddesi ile yetinmek istiyorum. Yasa çok açık! Bu durumda Sn. Erdoğan liderliğinde AKP iktidarı için, benim suç işlediğini beyan etmem ve suç duyurusunda bulunmam, nasıl olur da hakaret olarak nitelenebilir?
Bugün, yanlış ve hayalci politikalar nedeniyle Türkiye, savaş tehlikesi altındadır. Tüm komşularımızla ilişkilerimiz gergin. Rusya ile neredeyse savaşacak duruma geldik. Bunların sorumlusu kim?
Teröristlerle işbirliği derken, ben bunları anlatmaya çalışıyor ve suç duyurusunda bulunuyorum. Asla mesnetsiz suçlama ve arkasında gerçekler olmayan karalama kampanyası yapmıyorum. Hatay’da ve Adana’da Suriye’ye gönderilecek teröristler için açık askeri kamplar kuruldu, eğitildi ve komşumuza gönderildi. Bu söylediklerim yalan mı?
Evet, köşe yazımda Sn. Erdoğan’ın anayasal suç işlediğini de yazdım. Biraz önce anlatmaya çalıştığım teröristlerle pazarlık masasına oturmak ve Suriye’de seçimle işbaşına gelmiş hükümeti yıkmak için asker toplamak, teröristlere üs ve lojistik kolaylıkları sağlamak, bir anayasa ihlali aynı zamanda. Bu benim siyasetçi ve gazeteci olarak değer yargım.
Sn. Erdoğan, bugün bile anayasa ihlali yapıyor. Sn. Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak bağımsız olmak, siyasi partisi ile bağlarını koparmak, iç siyasi çekişmelere katılmamak ve ülkemizin milli birliğini temsil etmek zorundadır. Anayasamız bunu emrediyor. Ama